Koskoca bir kışı ardımızda bırakıp, hazır havalarda ısınma yolunda ilerlerken ee bizde 19 Mayıs tatilini birleştirelim bari dedik. 3 yıl önce çok samimi arkadaşım Hatay'a taşınmıştı. Bir türlü ziyaret etmek nasip olmamıştı. Fırsat bu fırsat deyip çarşamba akşamı başlayan kısa bir gezi planı yaptık.
7 saatlik yolculuk boyunca sağolsun Onur hiç uyumadı. Uyumayan evlat bir annenin hayalleri nasıl gömülür onu gösterdi sağolsun. Güya elimdeki kitabı bitirecektim yol çok uzundu. Acaba ikinci kitabı da alsamıydım diye düşünmüştüm. Peki ne oldu? Belki 20 sayfa okuyabildim. Böhüü böhüüü ağlanacak durumda bir yolculuğun ardından nihayet Hatay'a vardık. Şengülüm canım arkadaşımla 2 yıldır görüşmüyorduk, anlatacak ne çok şey birikmiş. O kadar anlatmışız ki ikindi olmuş. Güneş batmaya yakın hemen attık kendimiz dışarı.
Asi nehrinin şehrin içinden geçerken pek sakin haline tanıklık ettik. Koskoca Asi nehri su birikintisi gibi görünüyordu. Hemen yukarıda Asi nehri üzerindeki köprüden Onur Suşi ile yarış halindeykenki fotoğrafı görüyorsunuz. Suşi Şengül'ün köpeği yoksa çocuğu mu deseydim. O öyle seviyor onu. Çok tatlı bıdık bişey çocuklar çok iyi anlaştı. Ara sıra Onur burnuna dokunup hayvanı kızdırmasaydı aralarında daha iyi bir enerji olabilirdi. Tamam kabul Onur'un yoğun çabalarıyla Suşi'yi kızdırıp hırlattığı doğrudur.
Antakya parkında bulunan geyiğin üzerinde fotoğraf çekmeden biz de geçmedik. Diğer fotoğrafları snap'e attığım için malesef yine ulaşamadım. Yaktın beni snap :) Büyük büyük ağaçlar var. Ağaçların sık ve heybetli olması dışında benim çok dikkatimi çeken bişey olmadı. Birkaç kaz, ördek, tavşan, bir tane de geyik vardı. Küçük bir hayvanat bahçesi gibi yapmaya çalışmışlar. Çok eski ve bakımsız görünüyordu açıkçası. Akşam üzeri Hatay'ın en meşhur ve eski künefecisi Kral Künefe'den bir künefe yemeden oralardan ayrılmadık tabiki de. Şerbetli tatlılarla aram çok iyi olmasa da künefenin yeri bir başkadır bende. Tereyağıyla künefenin lezzetinin birleşimi ve üzerine enfes bir dondurma yenilmez mi yani? :))
Rivayete göre Samandağ sahilinde buluşan Hz. Hızır ile Hz. Musa birlikte dağa çıkarlar. Tam bu noktaya geldiklerinde Hz. Musa elindeki asayı toprağa saplar ve eğilip su içer. Dönüp baktığında asanın yeşerip fidana dönüştüğünü görür. Halk arasında ab-ı hayat suyundan can bulan fidanın binlerce yılda gelişerek bugünkü halini aldığına inanılmaktadır. Ağacın gövde çapı 7,5 metre, çevresi 21 metre, yüksekliği ise 7 metredir. Dalları yaklaşık 1000m'lik alanı kaplamaktadır. Aslında bildiğimiz çınar ağacı ama böyle bir hikayesi varmış işte.
Ab-ı hayat suyundan (ölümsüzlük suyu) bol bol içtik. Ölmeyiz artık...
Defne yolu dik yokuşlu bir yol olduğundan hayli yorucu. Kaldırımını, sokak lambaları, oturakları hepsi kütüklerden ya da tahtadan yapılmış. Çok orjinal...
Malum Hatay deyince aklımıza ilk yemekleri geliyor. Birbirinden güzel mezeyle donatılıyor masalar. Acıyla aranız iyiyse bütün mezeleri seversiniz. Cevizli acılı ezme, patlıcan ezmeli meze, humus, zahter salatası, közlenmiş acı biberli süzme yoğurtlu meze enfesti. Yapılışlarını öğrendim basitmiş. Et yemeklerinin yanına yapılmalı itinayla tüketilmeli.
Musa ağacının olduğu yerin biraz aşağısındaki bir lokantaya ait manzaradan bir kare bu da. Mis gibi dağ havası, yanında ağaçların serinliği, şırıl şırıl su sesi, hilesiz hurdasız yapılan leziz bir et, sohbet de cabası daha ne olsun.
Biz anadolu insanı ağaçta elma, kayısı, kiraz, şeftali, erik görmeye alışkın olunca, portakalı da meyve tezgahlarından başka yerde ağaçta görünce fotoğrafı çekilesi bir durum oluşuyor.
Musa ağacının olduğu bölgede turistik bir mekan olduğu için bölge halkı bahçelerinde yetiştirdikleri ürünleri burada satarak gelir elde ediyor. Aynı zamanda hediyelik eşyalarda mevcut . Hatay'ın insanları esnafı da buna dahil çok sıcak kanlı. Asık surat göremezsiniz insanlar çok içten ve samimi. Esnafı çok neşeli ve her yerde et yemek mümkün. Halis muhlis dana eti var hile yapmadan helalinden de para kazanılabiliyor demekki. Bizim buralarda şiş yiyecek olsan arasına yağı basarlar. Orada bir tane bile yağ takmamışlar. Fiyatlar oldukça hesaplı. Kahvaltı kültürü oldukça yaygın. Hemen hemen her gittiğimizde yerde kahvaltı vardı. Aslında çok güzel yöresel kahvaltısı olan mekana gitmiştik. Hem manzarasını hem yöresel lezzetleri bir harikaydı. Bu aralar bi snap tutkusu başladı benim yiğenlerden bulaştı sanırım. O sebeple çoğu çektiğim fotoğraf orada kalmış hatta zaman aşımından yok olup gitmiş desem daha doğru olacak.
Denize hasret büyüyünce çocuklar denizi görür görmez girmek istiyorlar. Zaten her ihtimale karşı mayolarını yanıma almıştım. Sezon açılmamış sahiller bomboş, deniz buz gibi. Ben girmedim girenlerin yalancısıyım. Onur hem girmek istedi. Hem çıkışta dondu. Sonrası zaten belli Onurla babası hasta... Eee mevsim geçişlerinde seyahate çıkarsan sonucuna katlanacaksın...
Eskiden ben çocukken bu yollarda giderken sık sık miden bulanırdı. 3 saatlik yolu dura dura 5 saatte giderdik. Yazık babam ne yedireceğini şaşırırdı. Çam ağacı gölgesinde karpuz peynir ekmek yerdik. Göksu manzarasıyla nostalji yapalım dedik. Hani hep derler ya nerde eski bayramlar diye. İşte tam da öyle hiç bir şeyin tadı eskiden olduğu gibi değil. Neyse konu bütünlüğünü bozmayalım. Vellhasılkelam cennet vatanımızın her bir köşesini gezmek, yeni yerler görmek lazım. Bu sadece yılın açılışı olsun. Sağlıklı günlerde çokça gezelim inşallah...