Çocuklu Hayat

Çocuklu Hayat

26 Nisan 2016 Salı

İçimde Bir Tuhaflık

Kadınların yaradılışında var ince eleyip sık dokumak. Erkekler gibi tekdüze yaşamayı ve düz mantıkla ayrıntıya inmeden düşünmeyi ne çok isterdim. Didikleyip ayrıntılı düşünmezsek içimiz rahat etmiyor yoksa nasıl yıpratacağız kendimizi. İlla saçımızı süpürge yapma moduna gireceğiz yaradılışımızda var arkadaş. Acaba herkes böyle mi diye düşünüyorum bazen kendi davranışlarımı sorgulayışlarım, yenileme çabalarım...Kendi kendime yetebilmek ve faydalı olabilmek, olaylara farklı açılardan bakmamı sağlayacak kişilerle iletişim içerisinde bulunmak, yeni bir yaşam tarzı geliştirmek, sürekli yaşadıklarımı sorgulayıp, yaşayacaklarım için planlar yapmak... Düşünüyorum oysa varım felsefesiyle yola çıkıp varlığını sorgulayan sonrasında biraz da kaderci olmaktan yana olan bir kişilik geliştirmeye başlayan yaşam mücadelesi. Hayırlara gelsin. Kafamda deli düşünceler...
Bir diğer konu arkadaş seçme konusu. Acaba insanlar arkadaş seçerken nelere dikkat ediyorlar? Kriterleri nedir? Nasıl insanlardan hoşlanıyorlar? Kendilerini pofpoflayan mı, her dediklerini onaylayan mı? Mesela ben arkadaşlık konusunda gıcığın tekiyim. Patavatsız değilim ama açık sözlüyüm. Açık sözlülüğü de herkes sevmiyor çünkü insanlar içten pazarlıklı, sinsi ve tehlikeli. Bende yalan, yalakalık olmaz. Güzel olmamış bişeye ayyy canım çok güzel olmuş diyemem. Bu özelliğimle bazılarına göre ukala da gelebilirim. Zaten karşılıklı elektrikten insanların ne hissettiği hemen anlaşılıyor. Öyle çokça arkadaşı olan sevgi böcüğü biri asla değilim. Başka şehirdeki arkadaşlarımı saymazsam özel hayatımda görüştüğüm 2-3 tane ancak çıkar. Ortak noktada buluşamıyorsak, genel olarak aynı şeylerden zevk almıyorsak, ve arkadaş dediğin bana bişeyler katmıyorsa, hep verici taraf olmak bir müddet sonra sıkıyor. Bazen hiç konuşmadan oturmak, sadece kitap okumak istiyorum. Boş konuşmanın kime ne faydası var ki.....

Takıntılarım...
Temizlik, çamaşır, ütü, evin genel düzeni, çocuğun ödevleri derken hayat akıp gidiyor. Zaten kısıtlı olan hafta sonu elimden kayıp giderken arkasından bakmak kalıyor bana sadece. Bakalım yeni aldığım bir karara göre daha az evle ilgilenip, ya da çamaşır ütü işlerini hafta içinden halledip iki günü doyasıya ailemle geçirmek. Havalar ısınıyor artık, Allah izin verirse bundan sonra her hafta sonu açık havada başka mekanlar keşfetmeye niyetlendik. Çocuklar evde patlıyor, oyuncaklar yetmiyor, sıkıntıdan birbirlerine çatıyorlar. Hele de evde iki erkek çocuğu varsa itişip kakışma eksik olmuyor. Bu da evi derleme toplama konusunda da takıntılı olan beni geriyor. En iyisi kendini dışarı atmak ne ev dağılır, ne anne gerilir :))

Üff aman havadan mıdır nedir uzun süredir takıldığım bazı konular aklımı karıştırırken, havanın yağmurlu ve kapalı olmasından mütevellit açığa çıkan ruh hallerimin kelimelere dökülmesine şahit oldunuz. Alıcı ayarlarınızla oynamayınız!!! :))

Sağlıcakla kalın... 
Devamını Oku »

21 Nisan 2016 Perşembe

Bir Kaç Çocuk Kitabı

Aslında bir kısmını okuyalı bir iki ay oldu. Yazmayınca not etmeyince konusu neydi neydi diye düşünürken ben bunu en iyisi bir daha okuyayım yok okumayayım duygusuyla çelişmektense unutmadan kısa kısa buraya da yazayım.

Patlamış Mısır Korsanları - Alexander McCall Smith
Abur cubur peşinde serisinin dört kitabından birisi olan patlamış mısır korsanlarını Görkem de sever diye tercih ettim. Malum erkek çocuklarına korsanlar, arabalar, robotlar deyince akan sular duruyor. Bakalım sevecek mi daha belli değil. Okuldan verilen kitaplar ödevlerden başını kaldırdığı zaman o da okuyacak. Biraz bahsettim adını duyunca bile gözleri ışık ışık oldu. O bugünlerde Kumdurdu serisiyle haşır neşir :))

Çocuk kitaplarında sayfa sayısı önemli kitabı görünce bi gözleri korkuyor çocukların. 92 sayfalık kitap 9 bölümden oluşuyor. Karayip Denizi'ndeki Cinmısırı adalarında yaşayan avuç içi kadar insan topluluğunun yaşadığı adada Cinmısırı yetiştirip, deniz yoluyla ticaretini yaparak geçimlerini sağlıyorlar. Taki bir gün cinmısırı yükledikleri gemi korsanlar tarafından yağmalana kadar...
Lusi, Hermoni ve Sem adlı çocuklar, Kaptan Foster'ın gemisine yeniden yüklenen cinmısırlarını korsanlardan korumaya kaptana yardım için onunla birlikte yola çıkarlar. Yola çıkmak için valiz hazırladıkları sırada Hermoni'nin azıcık telaşlı annesi "Diş fırçanızı unutmayın, eğer korsan birilerini görürseniz onlardan kötü davranışlar edinmenizi istemiyorum" demesi çok hoşuma gitti. Çocuklar kahramanlık peşinde anne hala davranış derdinde :)) Korsanların tekrardan yağmaladıkları cinmısırlarını nasıl kurtardıklarını öğrenmek isterseniz kitabı bir de siz okuyun derim.

Genel olarak anlatımını, akıcılığını beğendim. Tekrarlayan, gereksiz, sıkıcı cümlelere rastlamadım. Hatta korsanlar çocukları kaçırınca heyecan yaptım. Ona sebep sayfaları arka arkaya çevirip bir solukta okudum. Serinin diğer kitapları; Balonlu Sakız Ağacı, Çubuk Makarna Düğümü ve Halka Çörek Zinciri'ni de en kısa zamanda alıp, okumak istiyorum. Hem çocuk hem de yetişkin kitaplarından onlarca kitap sıralanmış beni beklerken o en kısa zaman ne vakit olur bilemiyorum artık ;) 

Televizyona Düşen Çocuk Gip - Gianni Rodari
Televizyon izlemeye çok düşkün bir çocuk olan Giampiero Binda, Milano'daki evinde televizyon izlerken karşı koyulamaz bir güç tarafından televizyonun içinde çekilir. Gip'i televizyonun içinden çıkarmak için çabalamalar bir kaç bölüm devam ettiktan sonra kitap farklı bölümlerle devam ediyor. 

Çocuk kitapları genelde kısa kısa bölümlerden oluşuyor Gip'te de olduğu gibi. 184 sayfa olan kitabın en çok "uyumak isteyen robot" bölümünü okurken eğlendim. Robot uyumak istiyor ama bir türlü başaramıyor. İnsanların nasıl uykuya daldıklarını öğreniyor ve bunu kendisi de deniyor. Başlıyor koyun saymaya... Robot koyunları çitten atlatmayı düşlüyor düşlemesine de onun rastladığı koyunlar çok inatçı çıkıyor. Bir türlü çitten atlatamıyor :)) Ama sonunda koyunları atlatmayı da uykuya dalmayı da başarıyor. 
Yine en çok beğendiğim bölümlerden bir tanesi de "Yumurta içindeki bir dünya". Yumurtanın tepesi açılıyor ve içinden bir sürü minik adam çıkıyor. Mutfak masasının üzerini kaplayacak oraya bir şehir kuracak kadar çok minik adam.. İnsan kendisini dev gibi hisseder değil mi? Bir düşünsenize 30.000 tane minik adam masanın üzerinde harıl harıl çalışıp bir şehir kuruyor :))

Genel olarak biraz sıkıcı buldum. Bana saçma gelen çok hikaye vardı içinde. Esasen çocuklar için yazıldığı için bir de onların gözüyle bakmak lazım tabi  Kitap alışkanlığı kazandırmaya çalıştığım Görkem'e bu tür riskli kitapları şu aşamada okutmuyorum. Daha okuyacak bir sürü harika çocuk kitabı varken bundan şimdilik eksik kalmasında bir sakınca görmüyorum. 

Küçük Kara Balık - Samed Behrengi 
Annesiyle birlikte derede yaşayan küçük kara balık, her gün sabahtan akşama kadar annesinin peşine takılır, bir oraya bir buraya yüzermiş. Ama bu rutinden hiç memnun olmayan küçük balık bir sabah annesine "ben bu derenin ucunun nerede olduğunu düşünüp duruyorum, başka yerlerde neler olup bittiğini gerçekten bilmek istiyorum, gitmek keşfetmek istiyorum" demiş. 
"Günün birinde gözlerimi açıp, hepiniz gibi yaşlandığımı ama hala aynı balık olduğumu, ilk başta bildiğimden fazla birşey bilmediğimi görmek istiyorum" diyen yaşamı sorgulayan bir balığın hikayesi. Çocuklar için iyi bir örnek aslında bizim küçük balık, yaşamı sorgulamalarını ve yaşamanın kendilerine fayda sağlayacak bir şeyler katması gerektiğini gösteriyor. Tabi evi terk etmesini saymazsak ;) 

60 sayfadan oluşan ilk okuma tarzı kitaplardan yazı puntosu büyük ve tek lokmalık, bir solukta okunacak küçük kara balığın özgürlüğü arama hikayesini öğreniveriyorsunuz. Sürekli raflarda gördüğüm hep aklımda olan bir kitaptı. İyi ki okumuşum dediklerimden...

Kitaplardan Korkan Çocuk - Susanna Tamaro
Leopoldo'nun ailesinin onun kitap sevmediğini bile bile doğum günü için hediye olarak yine kitap almasıyla başlıyor. Annesinin götürdüğü bir psikoloğun teşhisi kitap korkusu oluyor. Öyleki Leo'ya kitaplar; kara lekelerle dolu beyaz kağıtlar gibi geliyor ve bakar bakmaz sanki atlı karıncaya binmiş gibi başı dönmeye başlıyor. Doktor, televizyon izlememesini ve video oyunlarından uzak durmasının bunun tedavisi olduğunu söylüyor. Çocuk gözüyle bakarsak ne sinir bozucu bir durum değil mi? Doktoru boğuveresi gelir insanın :)) Doktorlar ne diyorsa koşulsuz inanmalı güvenmelimiyiz? Bence hayır! Çocuğumuza da kulak vermeli, onun söylediklerini dikkatle dinlemeli ve önemsemeliyiz. Aksi takdirde çocuklarımızdan uzaklaşırız ve iletişim engelleri koymuş oluruz değil mi?
Leo'nun babası günlük bir limit belirliyor ve kitap okuması için onu zorluyor. Sonrasında Leo evden kaçıyor ve parkta tanıştığı kör bir adamla sohbetin sonunda birlikte Leo'nun evine gidiyorlar. Sonuç olarak bu adamcağızın Leo'da olan rahatsızlığı tespit ettiği ve anne-babasının anlayamadığı anlaşılıyor. Bir ebeveyn olarak kendimce oldukça fazla ders çıkardım. Çocuklarımıza baskı yapmadan yapmalarını istediğimiz davranışın onlar için tatmin edici bir sebebi mutlaka onlara açıklamalıyız.

41 sayfa ve bir lokmalık (tek bir) hikayeden oluşan Leo'nun hikayesini çok sevdim. İçinde hem küçüklere hem büyüklere hayat dersleri var, alırsanız tabi ;)

Okumaktan hiç vazgeçmeyen, ahlaklı, sağlam karakterli çocuklar yetiştirmek dileği ve keyifle okuyacağımız kitaplarla buluşmak umuduyla sevgiyle kalın...
Devamını Oku »

14 Nisan 2016 Perşembe

Hayvan Çiftliği - George Orwell

2015'in son akşam yemeği için sevgili arkadaşım Sümeyra'yı yemeğe çağırmıştım. Yemeğin sonunda tavuğun lades kemiğinden ladese girelim, biraz nostalji yapalım dedik. Ayy ne heyecanlıydı. Çocukluğumuzda pek meşhurdu bu lades işleri. Ne zaman tavuk  yesek ladese tutuşurduk. "Ladesim lades olsun mu? Olsunnnnn! Sözünden dönen namert olsun mu? Olsuunnn! der elinde kalan kemiği de karşı tarafa verip ladeslemeyi başlatırdık. İşte bizde öyle yaptık. Kaybeden kazananın seçeceği 3 kitap alacak diye anlaştık. Yoğun çabalar sonucu 2015'in son dakikalarında ben ladeslemeyi başardım. Çok eğlenceliydi yaa heyecan yaptık biraz :)) 
İşte Hayvan Çiftliği o kazandığım kitaplar içinden belirlediğim kitaplardan birisiydi. Diğerleri de "Dağlar Yankılandı" ve "Momo" Sağolsun bir gün aniden sürpriz yapmış almış kitaplarımı. Buradan da tekrardan teşekkür etmiş olayım. Kesene bereket Sümeyracım tekrar teşekkür ederim. 
Önceleri kapağındaki domuz resminden dolayı oldukça ön yargılıydım. O kadar çok arkadaşım okuyup beğendi ki bende eksik kalmayayım ön yargılarımdan sıyrılayım dedim. Dün hastanede uzun sürecek rapor işlerim vardı. Ahaa dedim kitap zaten 154 sayfa bugün başlayayım sıra beklerken işlerimi hallederken okur, bitiririm ben bunu. Dedim demesine de bitiremedim. Basım hatasıyla karşılaştım. 96. sayfadan 129. sayfaya atlamış aradaki sayfalar yok. Haydaaaa dedim tam heyecanlı yerinde olacak iş mi? Neyseki Sümeyracım imdadıma yetişti ondaki kitabı getirdi de şükürler olsun bitirdim. Tabi kitaplığımda yarım yamalak bir kitap barındıramayacağımdan yayın evini aradım. Tabi efendim kargoyu alıcı ödemeli gönderin. Biz size hemen yenisini gönderelim dediler. Hemen gönderdim bir kaç güne kalmaz gelir diye umut ediyorum. Bunu da hallettikten sonra azıcıkta kitaptan bahsedelim.
Okuduğum ilk distopik ve George Orwell ile de tanıştığım ilk kitap. Hani derler ya ilk intiba önemlidir diye. Hah işte Orwell bende iyi bir intiba bıraktı. 

Spoiler içermez. 
Sömürgeciliğe karşı olan bir grup hayvanın Beylik Çiftliği'nin sahibi bay Jones'a kafa tutmaları ve onu çiftlikten kovmalarıyla başlayan macera, çiftlik yönetimini ele geçiren hayvanların özgür yaşama mücadeleleri ile devam ediyor. Yönetime karşı bir başkaldırı hikayesi de diyebiliriz. Masalımsı bir anlatıma sahip olan kitabın adının hemen altında zaten alt başlık olarak "Bir peri masalı" yazıyor. Ama çocuklara anlatılanlardan değil tabi ;)

"İnsan üretmeden tüketen tek yaratıktır. Süt vermez, yumurta yumurtlamaz, sabanı çekecek gücü yoktur, tavşan yakalayacak kadar hızlı koşamaz. Gene de tüm hayvanların efendisidir. Hayvanları çalıştırır, karşılığında onlara açlıktan ölmeyecekleri kadar yiyecek verir, geri kalanını kendine ayırır. Bizse emeğimizle tarlayı sürer, gübremizle toprağı besleriz, oysa hiçbirimizin postundan başka bir şeyi yoktur. Siz, şu karşımda oturan inekler; bu yıl kaç bin litre süt verdiniz? Güçlü kuvvetli danalar yetiştirmek için gerekli olan sütleriniz nereye gitti? Her bir damlası düşmanlarımızın midesine indi. Ve sen Clover, doğurduğun o dört tay nerede; yaşlandığında sırtını dayayacağın, keyfini süreceğin o taylar nerede? Dördü de bir yaşına geldiğinde satıldı; onları bir daha hiç göremeyeceksin. İnsanlara verdiğin o dört tay ve tarlalardaki emeğinin karşılığında bir avuç yem ve soğuk bir ahırdan başka ne gördün? "

Hayvanların isyan etmesini sağlayan domuzlar yönetimin başına geçer. Geçimlerini kendi kendilerine sağlamak için didinir çalışırlar. Ama beklenmedik gelişmeler sonucunda işler hiç de planladıkları gibi gitmez. 

Orwell hayvanların yaşadıklarını sanki içlerine girmiş kadar güzel anlatmış. Her bir sayfasını yüzümde tebessümle okuduğum, eğlenceli kitaplardandı. 

Biraz farklılık isterseniz, biraz da akıcı olsun derseniz işte tam size göre bir kitap, okuyun derim. 

Herkese keyifli okumalar...
Devamını Oku »

11 Nisan 2016 Pazartesi

Güneşli / Bulutlu Bir Hafta Sonundan...

Cumartesi hiç gideri olmayan havanın ardından pazar günü biraz daha iyiydi. Kimi zaman güneş bulutların arkasına saklansa da ortaya çıktığında ısıttı içimizi. Bi ısındık bi üşüdük. Ama inat ettik bu dengesiz havaya rağmen dışarıda kalmayı hoşça vakit geçirmeyi başardık. 
Bizimkiler dayılarına hayran. İlle dayımıza gidelim diye tutturuyorlar her hafta sonu. Bahçe işleriyle uğraşmak, dayılarına yardım etmek onlar için büyük bir zevk. Aslında bu hem çocuklar için iyi oluyor hem de bana da iyi geliyor. Anne-babamız bu dünyadan göç edeli baya oldu. Kimsemiz kalmadı. Abim ve ablam dışında... Bazen abimin duruşunda, hareketlerinde babamı buluyorum. Ablamın kol kanat germesinde annemi hissediyorum. O bile yetiyor bana. 
Babam da çok severdi bahçe işlerini. Her sabah toprakla selamlaşır, ağaçlarıyla buluşurdu. Onların arasında içtiği kahvesinde huzur bulurdu. Neyse konudan uzaklaşıp duygusala bağlamayayım. Bu fotoğraftan haberi bile yoktu abimin -mış gibi çekilmedi yani.
Babalarının kestiği ağaç dallarıyla transformarcelara (ingilizceyle türkçe birleşimi olunca ekler karıştı) :))  ev yaptılar. O değilde en çok çalışan eşime haksızlık olmuş. Dur bekle seni de çekeceğim derken oğlanlara kaptırmışım kendimi :) Yazık adamcağız çimleri biçti, güllerin kenarını temizledi, ağaç dallarını parçaladı, bir tanecik fotoğrafı yok. Bunu telafi etmeliyim bence ;)
Koştular, top oynadılar, bisiklete bindiler yorulunca da azıcık sallanma molası aldılar. Keyiflerine diyecek yoktu yani bıdıkların.... 
Açık havada tükürükten baloncuk yapmanın keyfine vardık bi de :))
Oyuncaklarımızdan yine de vaçgeçmedik transformerce'larımız olmadan asla deyip onları da saldık çimlere :) Evler, hamaklar, kızıldereli çadırı bile yaptık onlara :)
Geçenlerdeki lila çiçekli nektari ağacından sonra sıra kiraza gelmiş, onun da dalları şenlenmiş, çiçek açmış. Hayranıyım bu çiçek açmış bahar dallarının e tabi yazında kirazının...
Offff işte işin en keyifli kısmını Görkem yaptı.Çimlere uzanıp güneşin tadını çıkardı. 
Son olarak da abimin yaptığı enfes ızgaralar bi harikaydı. Çocukların iştahı açılıyor açık havada. Ellerinde etlerle geze geze yediler. Üzerine yengemin elinden da çay pek bi iyi geldi. Kışın eve tıkıldıkları günlere inat gönüllerince oynadılar. Keyifli, sağlıklı, güneşli bir başka hafta sonunda buluşmak üzere güneşle vedalaştık... 

Sevgilerimle Ülkü... 
Devamını Oku »

7 Nisan 2016 Perşembe

Kremalı Brüksel Lahanası

Bazı favori yemeklerim var onları zaman zaman paylaşıyorum ya hah işte bu da en sevdiklerimden... Hani zevktir bazıları için yemek yemek işte ben de bunu yerken öyle bir yüz ifadesi alıyorum ki bayılıyorum bu lezzete... Şimdi şurada bi anlaşalım aman ben bayılarak yiyorum diye yapıp sonra da bu ne ya zevksiz kadın falan demeyin. Öncelikle brüksel lahanasını seviyorsanız ve kremalı yemeklerden hoşlanıyorsanız deneyin derim. Mesela ablamla benim damak tadım hiç uyuşmaz. Aslında o tescilli bir yemek öğreticisi ama benim bayılarak yediğim tatları o hiç beğenmez. Onun da kulaklarını çınlatmış olayım ;)

Malzemeleri:
* 500gr Brüksel lahanası
* 1 yemek kaşığı tereyağı
* 1 limonun suyu 
* 1/4 su bardağı krema 
* 1/2 su bardağı süt
* 1/4 su bardağı su
* Tuz ve karabiber 























Efenim brüksel lahanalarının dıştaki yıpranmış yapraklarını temizledikten sonra güzelce yıkayıp ortadan ikiye kesiyoruz. İkiye keselim ki sosu içine güzelce alıp daha lezzetli olsun. Kremanın da resmini koydum hiç kullanmayanlar olabilir pasta kremasıyla karıştırılmasın.























Tereyağını koyduğumuz tencereye brüksel lahanalarını da ekleyip, orta ateşte kesik tarafları karamelize olana kadar kavuruyoruz.Sonrasında krema, süt, su, limon, tuz ve karabiberi de ekleyip pişiriyoruz. Ama suyunu çok çekmeyecek çünkü o aynı zamanda yemeğimizin sosu olacak. Ben ekşiyi sevdiğim için 1 limon sıkıyorum ama siz kendi damak tadınıza göre ayarlayın ekşiliğini.
Yazının başındaki ilk resim sossuz servis edilmiş hali. Ben bol soslu seviyorum. Bu da sosu üzerine boca edilmiş hali. Dedim ya benim enlerimdendir bu yemek. Peki ev halkı da seviyor mu? Ha haa işte orası çok komik yani yüz ifadelerini görmenizi isterdim. Keşke onu da çekip koysaymışım. Ağzına sürmüyor kimse. Hele bizim ufaklığın hali çok komikti. Ben bir tek kendi tabağıma koymuştum. Onların yemeği başkaydı. Onur ısrarla istedi. Ona da bir tabak koydum. Ağzına aldı ve ıyyy midem bulandı anne dedi. E be çocum yemezsin dedik hele bi anne sözü dinle :)
İşte bir herkesin sevmediği ama benim hayran olduğum yemek tarifinin daha sonuna geldik. Yapanlara afiyet bal şeker olsun. Löp löp et pıt pıt yağ olsun mu yok olmasın ya o kadar diyet yaptık :) Sağlığınız yerinde olsun da varsın her şey kilo kadar basit olsun. 
Sevdiklerinizle birlikte huzurlu sofralarda ağız tadıyla oturmanız dileğimle hoşçakalın...
Devamını Oku »