Çocuklu Hayat

Çocuklu Hayat

26 Temmuz 2017 Çarşamba

2017 Yazından Bildiriyorum...

 
Tam zamanlı çalışan annelerin çocukları için yazmış kışmış farketmiyor. Çünkü bu çocuklar annelerin yılda 2-3 hafta olan yıllık izinlerinden istifade eder, tatilin keyfini çıkarabilirse ne ala. Anneler çalışmaya durmaksızın devam ettiği için benim gibi bırakacak bir anneanne ya da babanneleri de yoksa okula gitmeye devam ediyorlar. Kendimi onların yerine koymak dahi istemiyorum. Ben çocukken hatırlıyorum da yaz tatili gelecek diye dört gözle bekler, tatile dair hayaller kurardık. Görkem büyük olduğu için bu durumu anlayabiliyor. Ama Onur zaman zaman yine mi okula gideceğiz diye sitem ediyor. Haklı da :((
Daha önce de bir çok yazımda bahsetmiştim, küçük bir ilçede yaşadığımız için şartlarımızı ona göre şekillendiriyoruz. Geçen yıllara göre bu yıl biraz daha farklı oldu. Onur'un kreşi yaz okulu açtı. Okulun çok güzel kocaman yemyeşil bir bahçesi, özgürce oynayabilecekleri bir parkı ve en önemlisi bahçesinde yüzme havuzu olması, survivor oyunlarını barındırması gibi gibi...Sıcak yaz günlerinde yüzmenin olması çocuklara çok iyi geldi. En azından suya girip serinleme fırsatları oluyor. Her ikisi de yüzme dersi alıyor ve hallerinden oldukça memnunlar. Her anne - baba da olduğu gibi bizim için de mutluluğa giden yol çocuklarımızın mutluluğundan geçiyor ;) 



Yaz okulunda eğlencenin yanında Kuran-ı Kerim eğitimini de almış oluyor. Geçenlerde görkem'in Kuran'a geçiş töreni vardı. Çocuk işte şu yaşına kadar belki kaç kez geçti, okudu kutsal kitabımızı... Ama herkes tören yapınca biz de hevesini kırmayalım diye okulun misafirperliğinde küçük bir tören yaptık :) bizim çocukluğumuzda da böyleydi. Mahallenin camisine gider, orada bütün sureleri öğrenir, Kuran harflerini öğrenmek için birbirimizle yarışırdık. Kuran'a geçen çocuk lokum bisküvi dağıtırdı arkadaşlarına. Her yaz öğrendiğimiz harf ve sureleri itinayla öğrendiğimiz gibi tekrar etmediğimiz için çarçabuk unuturduk. İşte burada eğitimde tekrarın ve öğrenmenin devamlılığının ne kadar önemli olduğunu anlıyoruz. Kullanılmayan bilgi unutulmaya mahkumdur!


Tatile gitmemiz daha 1 ay olduğu için onları oyalamak bir hayli zor oluyor. Hafta sonu yeşil alanlara mı götürsek, pikniklere mi gitsek diye şaşıran anne-baba sendromuna yakalandık :)) Ben çok sıcaklarda tatile gidemiyorum. Sıcaktan nefes dahi alamıyorken yaptığım tatil bunalmaktan başka bir işe yaramıyor. Bu sebepten her yıl tatilimizi ağustos sonu gibi ayarlıyoruz. Bütün arkadaşları tatile giden Onur'u zaman zaman bunalıma sürüklese de iyi kötü o zamana kadar bir şekilde idare ediyoruz :)) Aslında bu sene ramazan bayramından sonraki 3 günlük mini tatil biraz rahatlattı bizimkileri. Şimdilik yaz okuluna devam etmekten başka seçenekleri olmayan oğulcanlarıma ve bana bolca sabır size de esenlikler diliyorum ;)
Hoşçakalın...
Devamını Oku »

19 Temmuz 2017 Çarşamba

Unutma Dersleri - Nermin YILDIRIM


İşlerim yoğun  olunca ne yazmak için ne de diğer blogları okumak için girme fırsatım olmadı. Peki bu arada kitap okuyabildim mi? Ehh işte.. Bu süre içerisindeki tek kazancım inanılmaz bir yazarın kitabıyla tanışmış olmam. 

Evet Nermin Yıldırım'dan bahsediyorum. Bu kadın insansa ben neyim ya da ben insansam o doğa üstü bir varlık olmalı diye düşündüğüm nadir yazarlardan birisi. "Unutma dersleri" ne zamandır aklımda olan onu okumadığım için de sürekli bir eksiklik hissettiğim bir kitaptı. Yazar öyle bir kurgulamış ki hiç öyle düşünmemiştim diye düşündüm okurken. 

Eşini aldatan bir kadın...Sevgilisi tarafından terk edilen yine aynı kadın...Ve o kadın, hem eşinin aldatmanın pişmanlığını hem de sevgilisi tarafından terk edilmenin acısını birlikte taşıyor. Böyle bir durumda trajik bir hikaye okumayı bekleriz değil mi? Yer yer trajedi de var ama yazarın öyle özel bir dili var ki zaman zaman baş kahramanı Feribe'nin ağzında bir yandan eğleniyor, diğer yandan hüzünleniyoruz.

Yazar unutma derslerini tamamıyla psikolojik bir zemine oturtmuş. Aşk acısından kurtulmak için gittiği mazi imha merkezinde hafızasından bu olayın tamamen silinmesini bekleyen Feribe, mazisiyle yaşamayı öğretmeyi amaçlayan bir ders programı ile karşılaşıyor. Romanın mazi imha merkezinde (MİM) geçen bölümlerinde yer yer distopik bölümler olması benim çok hoşuma gitti. Mazi imha merkezi, insanların sadece acılarını değil yalnızlarını da unutmak istedikleri bir yer. Kendileriyle karşılaşmaktan korktukları dış dünyaya karşı yeni bir kalkan kuşanıp, kabuk bağlayıp güçlenebileceklerini düşündükleri bir "merkez", kısaca "MİM".

Veee not aldığım cümleler :
"İnsan kalbini kaptırsa bile, hiç değilse aklını korumalı."

"Anladım. dedim. Sadece o kadarını diyebildim. Bazı acıların çünkü cümlesi olmaz. Sözcükler, kimi manaların yükünü kaldıramaz."

"Aşk, kazanmayı planladığınız değil, kaybetmeyi göze aldığınız şeylerin toplamıdır." 

"Asıl bencilce olan depresyondur. Bencilcedir, çünkü sahibini ve yaşadıklarını dünyanın merkezinde tutar. Açlar, hastalar, savaşlar, depremler, tufanlar bile önemini kaybediverir."

"Denizini arayan incecik nehir misali, ona doğru akmaktan almadım kendimi." 

"Bizim onunla aramızda, boy vermeyi bekleyen filiz gibi heyecanla titreyen koskoca bir yarım daha vardı. Boynu bükük heveslerin yarım kalmışlığı...Ve yarım kalan herşey sonsuzluğa uzanırdı."

"Aşk için ağlamak budalalıktı ve budalalardan müteşekkil bir halay ekibi kurulursa, mendili kapıp halay başı olmayı hak ettiğimi düşünüyorum."

"Öbür yarısını özlemiş yırtık fotoğraflar gibiyim."

"Tek başıma seni özlemek çok zor. Hiç değilse sen de beni özleyerek el veremez misin?"

Gerçekten de bu derece leziz bir kitabı ne kadar anlatsam az kalacak. Hani bazı kitaplar hiç bitmesin istersiniz ya da bitince üzülürsünüz. Artık Feribe'yi nasıl algıladıysam her an bir yerlerden çıkacak bir karakter gibi özümsemişim :)) Uzunca bir süre ne okuyacağım kaygısı taşımayacağım için oldukça mesudum. Çünkü Yıldırım'ın bütün kitaplarını okuyacağım :)) Ne diyeyim ki sayın Yıldırım; kaleminin gücüne, yüreğinin sesine, hayallerinin dansına, kelimelerinin ahengine, tasvirlerinin inceliğine, en çok da emeğine sağlık ben çok çok beğendim. Bir doz Nermin Yıldırım da siz deneyin derim ;) 
Daha sık görüşmek üzere haydi kalın sağlıcakla...
Devamını Oku »

4 Temmuz 2017 Salı

Duygusuzluk mu? Duyarsızlık mı?

Efendim malumunuz geçen hafta bayram tatilindeydik. Sonraki üç günü de ekleyiverdik ardına ağlamasın diye :D Bayram için ayrıca bir tatil planı yapmamıştık. Sadece akraba ziyareti, bayramlaşmalar falan olacaktı. Haa bir de eşimin memleketi zaten yaşadığımız yere komşu ilçe olan bir yer olunca arkadaşlarla oraya gidip dolaşalım dedik. Bayramları bayram yapan aile büyükleri ve akraba ziyaretleri ama en çok da baba ocağı ee o da bizde olmayınca bayram yer yer buruk ve boynu bükük geçti. Evlatlarıyla dolup taşan evlerin kapılarını tıklatıp, kanatlarının altına evlatlarını toplamış ana-babaları ziyaret etmek, içimdeki yarayı biraz daha açtı. Her ne kadar bunu şen kahkahalarla kapatmaya çalışsam da kendimi kandırmaktan başka işe yaramadığını gördüm. Daha da fazla yaralanmamak adına hemencecik bir B planı yapıp ani bir tatil planı yaptık. 

İkinci gün gittiğimiz Ereğli ilçesi yemyeşil alanları, dağdan gelen buz gibi tatlı suyuyla ama en çok da kirazıyla meşhurdur. Ailecek gezmeyi çok severiz. Yeni yerler keşfetmek, açık hava da dolaşmak, gürül gürül akan suyun sesini dinlemek ve seyrine doyamadığım yerleri fotoğrafla ölümsüzleştirmek en büyük keyfim. Ama bu tür yerleri gezerken beni en çok üzen şey çevresine karşı duyarsız insanlar. Yahu cennet gibi vatanımızın her bir köşesi. Tamam yiyelim içelim gezelim. Gezerken bişeyler yemek en doğal hakkımız lakin neden o yediğiniz mısır koçanını çöpe atmak yerine, seyrine doyamadığınız güzelim baraja atarsınız aklım almıyor. Zaten iki adım ötede çöp bidonu var. Gerçekten aklım almıyor. Ben buna duygusuzluk diyorum çünkü vatanını toprağını sevsen sahip çıkarsın her şekilde. Vatanını sevmenin yolu sokağa çıkıp da "şehitler ölmez vatan bölünmez" deyip bağırarak bayrak sallamaktan geçmiyor. Sevdiğini hissettirecek ve bunu her türlü davranışına yansıtacaksın. Yapay bir göl yapmışlar öyle güzel ki seyrine doyamazsın uzun uzun kavak ağaçları heybetle sıralanmış. Ohh mis gibi hava, serin gölgesinde otur doya doya...Çekirdeğimizi aldık gittik. Gittiğim her park veya açık hava alanda her seferinde çekirdek kabukları yerlere atılmış kirli bir görüntü ile karşılaşıyorum. Sıkı sıkı tembihliyorum çocuklarıma kabukları yerlere atmayın, elinizdeki poşete atın. Tabi onlardan aldığım cevap şu: "annee herkes her yere atmış ama?" "Olabilir evladım herkes kendinden sorumludur, kendini bilmez insanlar atmış biz de onlar gibi düşünüp, atarsak kim sahip çıkacak bu çevreye, bu güzelliklere, bu cennet vatana" diye anne öğütlerimi sıralıyorum. Her türlü çöpümüzü biriktirsek, az ötedeki çöp bidonlarına atsak ne kadar da güzel olur ama değil mi?
   

Şimdi diyeceksiniz ki bayramdan girdin çevreden çıktın. Evet biraz öyle oldu içimdeki öfkeyi bir yerlere kusmadığım sürece rahatlayamayacağım yoksa... Çünkü üçüncü ve daha sonraki günlerde bulunduğum halk plajında da aynı şeyleri yaşadım. Yahu çocuk denize giriyor, elinde poşetle, mısır koçanıyla ya da çocuk beziyle çıkıyor. Bu nasıl bir pisliktir, nasıl bir duyarsızlıktır. Plajda yiyor içiyor sonra da umarsızca çekip gidiyorlar insanlar. Bense gün boyu çöplerimi biriktirmişim küçücük bir parçanın dahi plajda kalmasına tahammül edemezken, bütün pisliği ardında bırakıp giden insanları gören üstelik de hiç bir ceza almadıklarını, hatta esas cezayı sanki biz çeker gibi koca çöp poşetini bidona kadar taşıyan çocuklarıma yanlışı doğruyu tüm bu düzensizliği, duygusuzluğu ve duyarsızlığı göre göre öğretmek daha da zor olacak sanırım :(

Vatanımıza, denizimize, güzelliklerimize, kumsalımıza, ağacımıza sahip çıkalım. Evlatlarımıza korumayı, sevmeyi, duyarlı olmayı öğretelim. Duyarlı insanların nesli tükeniyor bilesiniz. En çok da yeni nesile sahip çıkıp, kendi bilen bir gençlik yetiştirelim.
Umutlarınız hep taze kalsın. Haydi kalın sağlıcakla... 
Buraya da Badman bakışlı bir Görkem koyup kaçalım :)
Devamını Oku »