Çocuklu Hayat

Çocuklu Hayat

26 Ekim 2017 Perşembe

Ben Çocukken... (Sonbahar)


Ben çocukken sonbaharın hüzünlü bir mevsim olduğunu bilmezdim. Çocukken mevsimlerin çok bir önemi yoktu ki zaten. Güneş açar oynardık, yağmur yağar kaçardık :) Zaten çocukların en büyük zevki nedir ki amacımız sınırsız hayal dünyamızla oyun oynamak, mevsimin değişmesi oyun kıyafetlerimizin inceliğini kalınlığını değiştirirdi sadece. 80'lerde çocuk olmak güzeldi yaa... Mahalle çocuklarıydık bizler o zamanlar apartmanda yaşayan çocuklara çok özenirdik. Belki de onlar da bize özeniyordu.  

Yaz bitip sonbahar geldiğinde hem havalar daha erken kararırdı, hem de hava yağışlı veya soğuk olduğu için sokakta daha az oyun oynayabilirdik. Haliyle kışın habercisi olan bu mevsim bizim tarafımızdan çok da sevilmezdi. Annemin "ceketini giiiiyyyy üşüteceksin!!! Yeleğini giiiyyyy bak hasta olursun, kusarsıınnnn sonra midem bulanıyor deme bana" diye seslenişleri kulağımda çınlıyor. Niye önemsemez niye duymazlıktan gelip giymezmişim ki, çocuk aklı işte... Şu yaşımda çocuk aklının nasıl çalıştığını anlamak isterdim doğrusu. O zamanlar da keşke şunu anlayabilseydim; annem neden yazın ortasında ceketini giy demezdi de sonbaharın sinsi rüzgarlarına karşı şapkanı giy kulakların ağrır gece uyuyamazsın diye uyarırdı beni. Çünkü anneler bilir onlar evlatları için en doğru olan herşeyi bilir. Kutsal anne gücü diye bişey var yahu :)

Sonbaharda akşam üzerileri serttir. Bir yandan güneş batmak için veda eder, diğer taraftan poyraz esmeye başlar. Çocukluk işte "hayır üşümüyorum ben" derdik ama annemin direte direte giydirdiği o ceketlerin beni sıcacık sarıvermesi, hem vücudumuzu ısıtırdı hem de iyi ki annem var, iyi ki vermiş ceketimi diye düşünür yüreğimizi de ısıtırdı anne sevgisi, şefkati...

O ayazda oyun oynamak daha mı keyifliydi ne? Kızaran burnumuz ve buz tutan ellerimizle, odaların soğuğu kırılsın diye yakılan sobaların yanında alırdık soluğu. O ayaz çocuk bedenimizi o kadar hırpalamış olurdu ki sobanın yanına büzüşen kedi misali yorgunluktan uyur kalırdık. Uğraş ki kaldırasın sonra bizi :)) Ruhumuzu oyunla doyurduğumuz koca bir günün akşamında yemek yemeden uyuyakalmak hiç dokunmazdı bize...

İşte biz o zamanların ruhunu sokak oyunlarıyla doyuran, koca yürekli asi çocuklarıydık...
Devamını Oku »

23 Ekim 2017 Pazartesi

Bu Aralar Biz...

Canım Blog, gel şöyle sana bi sarılayım modundayım :D Yazmanın benim için bu kadar büyük bir ihtiyaç olduğunu bloğumdan uzak kaldığım 1 ay içerisinde daha iyi anladım. Bloğa yazmak iyi geliyor bana içimi dökmek gibi ya da tecrübe ettiğim bazı bilgileri paylaşmak ve daha fazla insana ulaşmasını sağlamak belki de beni mutlu eden. Blogdan uzak kalmak; eski bir dostunla uzun süredir dertleşememek gibi bişey. Aman aman Allah muhabbetimizi bozmasıın canım blog :)

Peki ayrı kaldığımız bu sürede neler yaptım? Ekim ayı benim için sağlık problemlerimle dolu geçti. Göz kapağımın üstünde çıkan minicik bir arpacık başıma ne işler açtı bir bilseniz. Arpacık dediğim hani şu halk arasında it dirseği denilen bir nevi iltihabi bir sivilce. Çoğunuzun gözünde çıkmıştır belki de hani ufak ufak batar gözünün alt veya üstünde çıkar ve bir kaç gün içinde kendiliğinden iyileşir. İşte ben de öyle hafife alıp, batması da geçince bana rahatsızlık da vermeyince salıverdim onu kendi haline. Meğerse bizim arpacık sinsi sinsi planlar yapıp içten içe büyüyüp serpilmeye başlamış :) Aaa sonra bi baktım göz kapağımın üstünde mercimek kadar bi şişlik... Gittiğim üç doktor da ameliyat deyince el mecbur yattım sedyeye. Ben çevremdekilere ameliyat olucam deyince eşim benimle az dalga geçmedi tabi. Sanki göz nakli olacaksın diye :)) O dalgasını geçe dursun ciddi ciddi ameliyathaneye girip lokal olarak gözümü uyuşturdular, bildiğin kesip iltihabı aldılar. Belki 10 dakika sürdü ama ameliyat ameliyattır canım. Sonuçta sezeryan olduğun zamanda 10 dakika içinde çocuğu almış oluyorlar o da mı basit yani ;) Tabi operasyondan sonra da kremiydi damlasıydı derken iş yerindeki işlerimi bile zor yaptım gözümün yaşarmasından öyle olunca da bloğuma girip uzaktan bakıp bakıp çıktım hep... Ama bu da hem benim kulağıma küpe olsun, hem de sizin aklınızda bulunsun, arpacık çıkarsa geçse bile bi doktora kontrol ettirin  ya da baktınız iyileşme süresi uzuyor yine bir doktora gidin ilk aşamada gidilince damlayla tedavisi mümkünmüş çünkü ;)

Tam iyileştim derken ağır bi gribe yakalandım. Aldı aldı yere çarptı aman aman a dostlar dikkat edin. Bu salgın yakalayınca kolay kolay bırakmıyor da... Sinüzitti, baş ağrısıydı derken bu ay ne kitap okuyabildim adamakıllı ne blog yazabildim... Tabi bütün bunlar benim boş vaktimde yaptığım işler olunca yazmadım, okumadım oldu bitti. Annelik, öyle bir makam ki ne hastalık dinliyor ne bahane... Yatıp dinlenmeyince de geçmiyor işte. Şükür ki migren ağrımı saymazsak ki onunla yaşamaya alıştım artık bugün daha iyiyim. Allah dermansız dert vermesin. Dert verip de derman aratmasın...(Çok çok aminnnn)

İş yerinde ardı ardına kaç denetleme geçirdik hatırlayamıyorum. Hastalığın içinde bir de sürekli rapor hazırlamak da yordu beni. Okulların açılması da bu yoğunluğu ikiye katladı tabi. İşten eve git yemekti, toplamaktı derken Görkem'in ödev kontrolü var, günlük ders çalışır gibi ona bakmak zorunda kalıyorum. 4. sınıf olunca dersler arttı, sağolsun devlet büyüklerimiz yine müfredatı ve ölçme-değerlendirme yöntemlerini de değiştirince deneme tahtasına dönen çocuklarımıza bunun izahı biraz zor oluyor. En basitinden el yazısı mevzusu iyi mi şimdi de düz yazıya döndüler. Çocuk gelmiş 4. sınıfa sanki yeniden yazmayı öğreniyor gibi bir de düz yazıya alışmaya çalışıyor... Hey Allah'ım gel de kızma!!! 

  
En son üniversitede bu kadar ciddi ciddi resim yapıp, özenle boyuyordum. İnstagramdan beni takip eden arkadaşlar bilir, her gün yapamasam da çizdiğim sürece oradan paylaşıyorum. Bazen ingilizce bir kelime yazıp onun resmini yazıyorum bazen de günaydın mesajlı kağıtlarla ders kitabının arasına koyduğum bu küçük notlar Görkem'in mutluluk sebebi oluyor. Çocuklarıma olumlu ya da olumsuz bir davranışta bulunacağımda sık sık empati kuruyorum. Çok da faydasını görüyorum. Ben çocukken annem bana böyle notlar yapsaydı inanılmaz mutlu olurdum. O gün ilk ders kitabını ne büyük heyecanla açardım kim bilir... Bi düşünsenize güzel olmazmıydı? Anneniz evde ama onun elinden çizilmiş bir resim ve yüreğinden dökülen sıcacık anne sözleri...
Malum sonbahardayız, turşu kurmanın tam da zamanı. Evde ki turşu yapma maceramızı işten güçten fotoğraflayamamışım. Onur'un okulda kurduğu turşu fotosuyla yetinelim bari. Ayyy o kornişonlar yok mu? Ne kirliymiş yıka yıka arınmadı. Amaaan aman dostlar bir de çok gübre ve ilaç varmış onlarda hoooşşş ne de yok ki ama iyice yıkamak önem arz ediyor. Sirkeli sularla yıka yıka kafa yaptı sirke bana :))) Yıkamaktan derbeder düşen ben turşularım oluşumunu tamamlayınca hepsinin önünde saygıyla eğilerek yiyeceğim :))) O kadar yani...

Bir de son olarak şunu da duyurup kaçayım. İnstagram hesabımda bir çekiliş düzenledim. Bunu ara ara yapacağım. Aslında fikrin bir çıkış noktası var tabi. Yaklaşık 1 aydır kuzenimin kitapkurdu oğlu benim kitaplığımdan düzenli olarak üçer kitap götürüp, okuyor. Kütüphane gibi oluyor yani sonra getiriyor yenilerini veriyorum. götürüp okudukları üzerine sohbet ediyoruz falan. Şimdiye kadar önerdiğim kitapların hepsini çok beğenmiş ve onun iştahla okuması inanılmaz mutlu ediyor beni. Okumayı seven çocuk candır can ♥ İşte bu çekilişteki amacım da çok sevdiğim çocuk kitabı yazarı rahmetli Roald Dahl'ın birbirinden eğlenceli kitaplarıyla daha fazla çocuğu tanıştırmak ve diğer çocuk kitaplarından da en beğendiğim kitapları yine aynı şekilde kitap okumayı sevmeyen çocuklara tanıtarak kitap sevgisini aşılamak. İnstagram üzerinden de takip etmek isteyen arkadaşlar bana 2cocukluhayat adıyla ulaşabilir. 

Ah canım blog seni ve buradaki komşu bloggerları ne çok özlemişim. E ben gidip biraz komşu ziyareti yapayım. Şimdilik kal sağlıcakla... 
Devamını Oku »